“Savaşçının yaşamındaki güç kaynağı korkudan gelmez.” – Doğan Cüceloğlu
Korku dediğimizde, çoğumuzun aklına “çalının arkasındaki kaplan” sendromu gelir; yani öl ya da kaç refleksi. Ancak modern çağlarda, dijital dönüşümün henüz tamamlanmadığı günümüzde, korku yepyeni refleksler geliştirmemize neden olmaktadır.
Bu reflekslerin temelinde; eksilme duygusu, itibar kaybı kaygısı, konfor alanı kaybı endişesi, network erozyonu, kredi kartı gecikmeleri, kariyer kazaları, tatil yapamama kaygısı, ev ya da araba taksidi ödeyememe korkusu, 25 yaşından sonra ülkesini terk edip yurt dışına gidememe endişesi gibi bireysel kaygılar yer alır. Buna ek olarak saç ektirecek bütçeyi toparlayamama, dudak dolgusu zamanı geldiğinde kredi kartı bakiyesinin yetersiz olması, başkasından emanet kart bulamama, evdeki robot süpürgenin yazılımını güncelleyememe, iPhone’unu yenileyemediği için huzursuz olma ya da çocuklarına iyi bir gelecek verememe gibi modern korkular da hayatımızda önemli bir yer tutmaktadır.
Korkular; sermayenin kaybı, aile içinde yetersiz olma, “iyi bir eş olabilir miyim?” endişesi, üniversiteye girememe ya da istediği bölümü kazanamama korkusu şeklinde de karşımıza çıkar.
Dijital dönüşüm; sosyal hayat, hukuk, eğitim, yargı, sosyal güvenlik, sağlık, sanayi, turizm, finans, bankacılık, iletişim ve medya gibi alanlarda geleneksel yüzeyden dijital yüzeye geçişi ifade eder. Ancak bu yalnızca interneti kullanmak değildir. Toplumun internet kullanımına erişim sağlaması, gerekli araçlara sahip olması ve bunları en iyi şekilde kullanması tek başına yeterli değildir. Dijitalleşmenin yeni kültürel refleksler geliştirmesi beklenirken biz hâlâ internet kullanımını çoğu zaman bir yetişkin oyuncağı gibi görmeye devam ediyoruz.
Haber sitelerinin gönderileri altına yapılan yorumlardan, sosyal medyadan kurulan ilişkilerden, internet üzerinden yapılan alışverişlerden doğan sorumlulukları henüz yeterince konuşmuyoruz. Oysa dijital araçlardaki filtreler, doğru-yanlışı ayırt edemeyen çocuklarımız için vardır.
Son 10 yılda dijitalleşme dünyada hâkimiyetini artırırken bizler adaptasyonda geç kaldık. Hukuk sistemi, toplumsal alışkanlıklar ve kurumların dönüşüm atakları bu sürece ayak uydurmakta zorlandı. Bunun en somut örneklerinden biri, 80 yaşındaki bir teyzenin e-sağlık sistemi üzerinden hastane randevusu alabilmesidir.
Ünlü bir mağazada yapılan indirim kampanyaları, tüketicileri çoğu zaman ihtiyaç dışı alışverişe yönlendiriyor. %70 indirim yazıları ve geri sayımlar, mağazanın kalabalıklaşmasına sebep oluyor. İnsanlar aceleyle karar veriyor ve ihtiyacı olmayan ürünleri satın alıyor. Bu, negatif bir alışveriş deneyimi yaratıyor.
Sorumluluk yalnızca mağazada değil; aynı zamanda bu kampanyaları sosyal medya üzerinden duyuran influencerlarda da bulunuyor. Çünkü etki zinciri, tüketime yönlendiren her halkayı içine alıyor.
Dijitalleşme; adapte olma, anlama, alışma ve uyum sağlama hızımızı test ediyor. İş, ticaret, sağlık, güvenlik, ulaşım gibi kavramlar dijitalleşmenin etkisiyle yeniden tanımlanıyor. Ancak biz, fırsatları tam anlamadan ve uygunluğunu sorgulamadan harekete geçiyoruz.
Hız, bir yandan vizyon kurma imkânı sağlarken, diğer yandan korkuların çeşitliliğini artırıyor. Bu da bireylerin topluluk baskısı altında değişimi kabullenememesine sebep oluyor.
Hızla korkulardan uzaklaşma eğilimi yanıltıcıdır. Dijitalleşmedeki hız, bize aynı hızla korkularımızdan uzaklaşacağımızın güvencesini vermez. Tam tersine, bazen ihtiyaçlarımızı yeniden sorgulamadan yeni bağımlılıklara yol açabilir.
Korkulardan uzaklaşmak; aceleyle, panikle ya da yalnızca hızla değil, sebep–sonuç ilişkisini doğru kurarak mümkündür. Aksi halde, günümüzün hızlı araçlarını ustalıkla kullanamadığımız sürece, erişim yalnızca ticari baskıların ve tüketim alışkanlıklarının gölgesinde kalır.
Birçok gereksiz ihtiyacı hızla edinirken aslında dijital dönüşümün bedellerini ödüyoruz.
Unutmamalıyız ki:
Savaşçının yaşamındaki güç kaynağı korkudan gelmez.Muhammet Cihangir AYDIN
İletişime Geçin